SİBER EVRENDE KURUMLAŞMAK…
Çetin Yiğenoğlu
Size, siz yazar, sanatçı, sanatsever, okur dostlarla daha sık görüşeceğimiz bir pencereden sesleneceğiz bundan sonra. Çukurova Sanat Girişimi (ÇSG) ailesi olarak web sitemizden merhaba.
İtiraf etmeliyiz ki, bu siteyi kurmamız hiç kolay olmadı. 7 yıl önceki ilk girişimimizde UÇSG adına (Uluslararası Çukurova Sanat Günleri) bir web sitesi kurma girişiminde bulunmuştuk. Daha biz bile siteyi tam inceleyemeden hacklendiğini bildirdi sorumlu kişi. Böylece o site ölü doğdu elimize.
Pandemi sürecinde hepimiz çok epridik. Sağlığımız olumsuz etkilendi. ÇSG de bundan payını aldı. Bu nedenle iki yıldır UÇSG’yi düzenleyemiyoruz, bildiğiniz gibi. Buna karşın, siber ortamda gerek ZOOM, gerekse YouTube’de düzenli etkinlikler düzenlerken geleneksel “Çukurova Ödülü”nü bu yıl da vermeyi başardık. Daha önce açıkladığımız gibi “Çukurova Ödülü 2021” bu yıl ilk kez bir kuruma Dil Derneği’ne verildi. Ödül törenini 22 Mart’ta düzenleyecektik ama pandemi koşulları nedeniyle ileri bir tarihe ertelemek zorunda kaldık. Buna karşın, ödül dolayısıyla Dil Derneği için hazırladığımız özel kitabı yayımlayabildik. Konu Türkçe olunca kuşkusuz çok eksiği var ama biz beğendik kitabı. Kamuoyuna açılımını ödül töreninde yapmayı düşündüğümüz Web sitemizin (cukurovasanatgirisim.com) “Yayınlarımız” bölümünde kitabımızı okuyabilir, kaynak göstererek dilediğinizce paylaşabilirsiniz. Kitabımızın yayın sıra numarasının 30 olduğuna dikkatinizi çekmek isteriz! Kitaba çok arkadaşımızın emeği geçti. Başta Asuman Söylemez, Yaşar Ateşoğlu, Yaşar Öztürk, Selçuk Polat’ın yanı sıra yazılarıyla destek veren dostlara ne denli teşekkür etsek az.
Kendimizi, insanlığımızı, hayata bakışımızı, yapıp ettiklerimizi daha çok irdeleyerek sorguladığımız pandemi sürecinde ÇSG’nin yapılanması, kurumlaştırılmasıyla ilgili düşünüp değerlendirme, çalışma olanağı da bulduk.
Sitemizin “Hakkımızda” bölümünde ya da öbür yayınlarımızda belirtildiği gibi ÇSG kapitalist bir işletme olmadığı gibi yapılanmasının hiçbir aşamasında -bir çayhane işletmesi bile olsa- tecimsellik düşünülmemiştir. Ne resim satarız ne fotoğraf ne de bir başka sanat eseri. Bu işi yapanları da burada eleştirmeyiz ama ÇSG’nin kültür endüstrisi dışında bir yapı olduğunu bir an olsun unutmayız. Kuşkusuz, çağın gereği o tür işler yapan değerli sanat insanları, kurumları var. Biz ise sanat adına böyle de yapılabiliri göstermek istiyoruz yalnızca.
Burada bir kez daha vurgulamak gerekirse ÇSG gönüllülerinin bu yapılanmadan hiçbir çıkarı bulunmamaktadır. Tersine, entelektüel birikimlerini ücretsiz sunmanın yanı sıra gerek konağın, gerekse ÇSG’nin türlü giderlerini imeceyle kendi bütçelerinden karşılamaktadırlar.
Burada hemen şunun da altını çizmek isteriz ki, bir deneysel girişim olan ÇSG halkımız, sanatçılarımız, sanatçı dostlarımız için bir mevzi, savunma için bir sutredir.
ÇSG Çukurova Okulu’nun çalışmalarını yaptığı mekân olan “Yazarlarevi” yoksul ama kent kültürünü özümsemiş insanların yaşadığı mahallelerin ortasında kurulmuştur. Bu, bilinçli bir seçimdir. O bölgedeki insanlara aydınlanmanın, sanatın sağaltıcı ışığı götürülmeye çalışıldığı için o mekân seçilmiştir. Pandemi öncesinde sınırlı olanaklarla fiilen 5.5 ay gibi kısa bir sürede sanatçı dostlarımızın hiçbir maddi çıkar gözetmeden yaptıkları çalışmalarla başta çocuklara, kadınlara yönelik birçok etkinlik düzenlenmiştir. Bunlar arasında drama çalışmalarından tiyatroya, resimden satranç kursuna birçok çalışma sayılabilir. Küçük öğrencilerimiz tam ulusal satranç şampiyonalarına katılmaya hazır oldukları bir dönemde pandemi engeline takılmışlardır. Müzikte, felsefede, edebiyat başta, birçok sanat dalında özgün çalışmalar, konferanslar, paneller, gösteriler, etkinlikler düzenlenmiştir.
ÇSG’nin hedefi açıktır. Öncelikle Adana’da, Mersin’de, Antakya’da, bütünüyle Çukurova’da yaşama gerekçelerini artırmak, bölgemizin daha yaşanılır olmasını sağlamak, gitgide Adana’nın, Çukurova’nın Doğu Akdeniz’de bir ekin-sanat merkezi olmasını sağlamaya çalışmaktır.
Anımsanacağı gibi soğuk savaş sonrası dünyanın çok merkezli olacağı söylenmişti. İşte egemenlerin yapılandırmaya çalıştığı bu paradigmaya bakarak yeni dünyadaki bu merkezlerden birinin de Adana, Çukurova, bölgemiz olması öncelendi. Bu yaklaşımla ÇSG tarafından dünyada ilk kez denilebilecek işler başarıldı. Çalışmalarımız Çukurova’nın şu ya da bu kentindeki bazı gruplar tarafından örnek alındı sonra. Dünyada ilk kez iki ülkede (Türkiye-Suriye) eş zamanda etkinlikler düzenlendi. Bu yapı evrimini zamanla yurtiçinde, yurtdışında etkinlikler düzenleyerek sürdürdü. ZOOM, YouTube gibi siber iletişim olanaklarının olmadığı dönemde bölgemizdeki Adana, Mersin, Antakya’nın dışında İzmir’de, Bodrum’da, İstanbul’da UÇSG etkinlikleri düzenlendi. Bu etkinlikler zamanla İngiltere, İtalya, Avustralya gibi ülkelerde de geleneksel olarak düzenlenmeye başlandı.
Her türlü kopyalamadan uzak duran ÇSG, bütün etkinliklerinin özgün olmasına özen gösterdi.
Ta başından beri ÇSG olarak yapılan etkinlikler, yapılanmalar (Çukurova Ödülü, Uluslararası Çukurova Sanat Günleri, Çukurova Okulu vb) şu ilkenin ışığında gerçekleştirilmeye çalışıldı:
“Yerelden ulusala, ulusaldan evrensele”.
Pandemi sürecinin ÇSG’ye bir yararı da kurumlaşmasının sağlanması oldu, desek yanlış olmaz sanırız. Yayınlarımızda da belirttiğimiz gibi ÇSG ne bir dernek ne de platformdur. Gelecekte vakıf olması da düşünülmemektedir. Yazarlarevi Derneği ÇSG’ye bağlı bir dernektir yalnızca. Seyhan Belediyesi karşısında yasal zorunluluk gereği gereksinilen tüzel kişiliktir. Ekmekçi Konağında işlevsellik kazandırılan Yazarlarevi/Yazarevi de bir ÇSG projesidir. İsim babası da dahil projeksiyon ÇSG tarafından tasarlanmıştır. Türkiye’de bu nitelikte bir proje ilk kez Adana’da gerçekleştirilmiştir.
Yazarlarevi bağlamında ÇSG’nin geleceği düşünülünce, yarınlarda da ışığını yayması amacıyla kurumlaşma konusu yakıcı biçimde kendini dayatmıştır. Öncelikle paneller, konferanslar, müzik başta türlü etkinliklerimiz YouTube’a yüklenmiştir. Şu an bakıldığında 70’in üzerinde videomuz izlenebilecek durumdadır. Bir o kadar videomuz ise yüklenmeyi beklemektedir. Önümüzdeki süreçte bu da gerçekleştirilecektir.
Takdir edilirse bu emeğe/emeklere hiç kimse paha biçemez. Birçok insanın emeğiyle kotarılan ortak bir çabanın ürünüdür bu. Demek ki, insanlar ortamını bulunca olumlu işler üretmek için de sinerji yaratabiliyormuş.
ÇSG’nin kurumsallaşması bağlamında uzun süredir gereksindiğimiz web sitemiz pandemi döneminde kuruldu. Genç bilim insanı Burak Somuncu, ÇSG Genel Sekreteri Başak H. Ekmekçi ile omuz omuza vererek sitemizin kuruluşunu gerçekleştirdi. Bundan böyle siz dostların izlenimine sunulan sitemizi izler, yanlışlarımızı, eksiklerimizi bildirirseniz, daha da ötesi desteğinizi esirgemezseniz bu yapının daha da güçlenmesini sağlarsınız.
Web sitemizde dünden bugüne yapıp ettiklerimizi elden geldiğince yayımlamaya başladık. Biliyoruz ki, en az yayınladıklarımız kadar fotoğraf, video, yayın, belge öncelikle bölgemizde, Türkiye’deki bazı kentlerde, yurtdışındaki arkadaşlarımızda bulunuyor. Onların da süreç içinde ellerindeki ürünleri bize göndermeleri durumunda sitemizden sizin görüşlerinize sunma olanağı bulacağımıza inanıyoruz.
Web sitemizi kurarken bir de uzun süredir eksikliğini duyduğumuz dergi-gazete türünden yayın organı gündeme geldi. Böylece, hepimizin ekin-sanat bağlamında besleneceği yayın organı 3. Delta Postası tasarlandı. “Günlük dergi, haftalık gazete olmaz” diye bir gazetecilik atasözü var. Kurmayı, geliştirmeyi, işlevsellik kazandırmayı başarabilirsek eğer, 3. Delta Postası biraz gazete, biraz da nitelikli bir düşün-sanat dergisi olacak. Bunun için sitemizin oturması, buradaki web yayıncılığının teknik olarak rutine dönmesi gerekiyor. Sonrasında, arkadaşlarımız kibirden uzak ama iddialı yazılarıyla size seslenecek. Bu dostlarımız her biri kendi dalında yetkin ÇSG gönüllüleridir. Hiçbirinin vasat edebiyat-sanat yapılanmaları arasında yer almadığını belirtebileceğimiz bu dostlarımızın kendi tarzını, poetikasını oluşturacak yetkinlikte olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu arkadaşların geleceğin edebiyat dünyasında Çukurova kanonunu kurabilecek, biçimlendirecek çalışmalar yapacaklarına inancımızın tam olduğunu belirtmek isteriz.
Dostlar…
Bugün dikkatle baktığınızda pandemiye rağmen ekin-sanat dünyasındaki verimlilik açısından Türkiye’deki kentler arasında Adana’nın başlarda olduğu görülür. Bu olguda ÇSG Adana’da da başlarda yer almaktadır.
Ne ki, ülkemizin büyük bölümünde halk gerek ekin-sanat etkinlikleri, gerekse bütünüyle düşünsel açıdan çorak bir iklimde çorak bir süreç yaşıyor. Bazı yerlerde var olduğu söylenen sanatın da düşünsel düzeyi oldukça düşük, sığ. Yüzeysel, sığ sanat da çorak sanat ortamı, çorak toplumsal yapı hazırlar. Ülkemizdeki egemen siyasal erkin kendinden önce 55 yıldır uygulanan “Bilmesinlercilik” politikasını son 20 yıldır katı biçimde uygulaması çoraklaşmanın boyutunu artırıyor. Operalara, tiyatrolara, senfoni orkestralarına, çağdaş sanata alabildiğine hoşgörüsüz, daha da ötesi baskıcı uygulamalar yüreği aydınlık insanları bunaltıyor.
Siyasal iktidar bu katı politikalarıyla içinde düşünenlerin olmadığı ya da düşün gücü zayıf, öte dünya beklentisiyle coşkudan yoksun yaşayan insanların bulunduğu bir ülke tasarımını yapılandırmaya çalışıyor. Düşünsel düzeyi düşük sanata izin verilen, yeteneksiz, donanımsız sanatçıların yüceltildiği, GDO’lu görüş sahibi, taklitçi, intihalci/hırsız bilim insanlarının ödüllendirildiği bu konak/bu ülke her santimetrekaresi denetim altında tutulan devasa bir tutakevi, bir cezaevi durumuna getirilmiştir ne yazık ki…
Kendimizi bildik bileli bu ya da benzeri kara, karanlık yapılanmalara nasıl “hayır” denilmişse bugün de, yarın da karaya, karanlıklara, sığlıklara, düzeysizliklere “hayır” diyecektir ÇSG.
*
Sanat bir üst yapı kurumu kuşkusuz. Doğal olarak yaşanan ya da yaşanması arzulanan altyapıya göre biçimlenir/biçimlendirilmesi ereksenir. Dolayısıyla kitlelerin olumluya (ya da olumsuza) yöneliminde, yönlendirilmesinde etkili olur. Her şeyden önce insanın algısında farkındalık yaratır, insanı olumlu yönde etkilemesi, değiştirip dönüştürmesi beklenir.
Son 20-25 yılda bu bağlamda umut verici ama aynı zamanda fenomenal gelişmeler oldu. Günümüzdeki bilişim araçları, yüreği insan için çarpan, özgürlükten, eşitlikten, kardeşlikten yana bir düzen kurmayı arzulayan sanatçılar, sanatseverlere büyük olanaklar sundu. Yukarda belirttiğimiz gibi ÇSG de bu olanaklardan yararlandı.
Ne ki, benzer olanakların şifresi, maymuncuğu egemen erkin elindeydi. Egemen erk, dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de sanat ortamını arzuladığı özneyi yaratmak için kullanmaya, aykırılıkları denetim altında tutmaya başladı. Yeni bilişim araçlarıyla, olanaklarıyla hiç olmadığı denli siber dünyada etkili oldu. Bu nedenle ideolojik çatışmalar, çarpışmalar çok sert geçiyor. Her an bir başka çatışma ortamının kapısı, penceresi açılıyor. Pandemi de bu bağlamda değerlendirilmeli! Krizlerden, savaşlardan yararlanan egemen erkin aktörleri düşünülmeli bu konuda!
Konuya küresel sanat ortamı bazında bakıldığında da bambaşka manzaralar geliyor görüntüye. Egemen erkin bir avuç aktörü toplumu/toplumları dikey biçimde denetim altında tutabilmek için sürekli “nifak projeleri” hazırlıyor, yeni kavramlar üretiyor, meta modernizm, post materyalizm, transhuman, post human gibi. Her gün bir kıyamet senaryosu vizyona sokuluyor. Distopya süreci… apokaliptik süreci… dünyanın sonu geldi… süper/hiper bilgisayarlar geliyor, insanlığın pabucunu dama atacak vs. Ne hikmetse bu yenidünya düzeni akılzadelerinin hiçbiri şu türden kavramlar üretmiyor:
Post kapitalizm, post liberalizm, post neoliberalizm, post emperyalizm, post hakikat (Allah yasalarıyla ilgili olan), “post gerçek” de değil, (Onu da Baudrillard başka biçimde kavramlaştırdı), post meta, vb.
Özellikle 20.yy’ın başından itibaren sanat tarihindeki gelişmelere bu yaklaşımla bakıldığında tümünün arkasındaki, altyapısındaki, hatta yeraltındaki siyasal içeriği açık seçik görülür. Görünmeyen bir gücün sanatın arka planındaki varlığı çıkar ortaya. Ne yazık ki sahne sanatlarındaki yapılanmaların büyük çoğunluğunun oluşumu böyle.
Geçen yüzyılın başından itibaren sözünü ettiğimiz yapılanmalar değerlendirildiğinde de ülkemizin doğal gelişim sürecinde ıskaladığı modernizmi nasıl-neden geç yakaladığı görülür. Emperyalist güçler modernizmin bunalıma girdiği dönemde Türkiye’de kuruluşuna göz yumsa da modası geçmiş bu yapının bile gelişip güçlenmesine izin vermemiştir. Oryantalist bakış açısıyla tanımladıkları coğrafyada olduğumuz gibi kalmamızı, öbür devletlerden ayrı profil çizmememizi, kendileri gibi olmamamızı istemişlerdir. “Siz siz olarak kalın,” demişlerdir. Günümüzde ise diktikleri “Amerikan İslamı” dediğimiz “ılık İslam” elbisesini zorla giydirmeye çalışmışlardır.
Oysa biz (bazılarımız), dünyada modernist kültürün sanatta yaratıcılığı besleyemeyecek duruma gelince o kapıyı çaldığımızı bile iş işten geçtikten sonra öğrenmeye başlamıştık. Modernizmi özümsemeden postmodernizmle tanışmıştık. Daha doğrusu postmodernist ortamda bulmuştuk kendimizi. Buna karşın, bugün ben edebiyatçıyım, sanatçıyım diyenlerin, kitapları büyük yayınevlerince yayınlananların çoğunun bir akım olarak postmodernizmi bildiği de söylenemez, ne acı ki. Toplumsal yaşamın birçok alanında etkisini hissetsemize karşın, postmodernizmi gereğince değerlendiremedik bile.
Bazı siyasal yapıların öne sürdüğü gibi “şapkayla biçimsel olarak girdiğimiz modernizm” kapısında 80-100 yıl oyalandıktan sonra bu kez karşıdevrimciler tarafından dayatılan yine biçimsel bir sembol olan “türban”la tekrar eşiğe konulduk.
Zaten, Türkiye kapısına dayandığında modernizm Osmanlı gibi hastalanmıştı.
“….modernist kültürün çatışkıya dayalı mantığı kapitalist toplumun dokusuna işlemiş, ahlakını bozmuş, sınırsız bir öznelcilik yüzünden çalışma disiplinini aksatmış, hazcılık yüzünden düzen bozulmaya başlamıştır. Bu yozlaşmanın önüne de bir tek dinsel inancın yeniden canlandırılması geçebilir.” (*)
Böyle buyuruyordu eski solcu Frankfurt Okulu’nun yeni ideologlarından Habermas. Kapitalist toplumun modernist süreçte bozulan dokusunu din ile düzeltmekten, yozlaşmanın önüne geçmekten söz ediyordu.
Sanat alanında ise Frederic Jameson, bizde romanın (öykünün, şiirin vb) son yıllarda içine düştüğü tele-vole durumlarını modernizmin kendi içinde çözülmesi olarak tanımlıyordu:
“Yakın geçmişten geri dönülmez biçimde uzaklaşıyorduk, o dünya ile geçmiş yüzyılların yaşam biçimi arasında bizimkine kıyasla daha çok ortaklık var”dı ve burada artık bir kurama gereksinilmiyordu. Jameson, postmodernin alanını bütün sanat dallarını ve onları besleyen söylemleri de kapsayacak biçimde genişletti. Artık çok az sayıda “özgün” edebiyat eseri ortaya çıkacaktı. Romancı, yalnızca “yapay geçmişler tasarlayıp bunları birleştirebilir, belgesel ile fantastiği karıştırabilir, tarihsel romanı yeniden canlandırabilir. Modernist dönemdeki büyük sanatçılar ve başyapıtlar dönemi sona ermiştir. Artık öncü bir sanatın meydan okuyacağı yerleşik bir akademik kurum bile kalmamıştır. Abartılı törenler ve ödüllerle beslenen yapıtlar çok satar listelerindedir. (**)
Geldiğimiz noktada postmodernizmin de çoktan değiştiği savlanıyor:
“…. ideolojik saldırganlık ile gizemleştirici hafiflik arasına sıkışan, kendi yarattığı ‘kitsch’in tuzağına düşen postmodernizm, eklektik bir alaycılığa, sahte hazlarımızı, basit inançsızlıklarımızı gizleyen bir şehvet kalıntısına dönüştürmüştür.” (***)
İşte, sanatın geldiği böyle bir dünyada biz ÇSG gönüllüleri bir direniş mekânı olarak sanatla insana olan inancımızı hiç yitirmediğimizi duyurmak istiyoruz. İnsan…. posthuman çağına girmeye başladığımız söylenen günümüzde bütünüyle transhuman olmadan kalan insan yanımızla o bildiğimiz insan için çalışacağız. Bakarsınız tarihimizde ilk kez, dünyayı etkileyecek bir sanat kuramı da biz geliştirebiliriz; ne dersiniz?
………………..
(*) Solcu Bir Karşı Çıkış MODERNİZM Ahmet Yıldız, Cumhuriyet Kitap 20 Mart 2003.
(**) age
(***) Perry Anderson “Postmodern Döşüm/The Postmodern Turn- Solcu Bir Karşı Çıkış MODERNİZM Ahmet Yıldız, Cumhuriyet Kitap 20 Mart 2003.